söz
Bariz değil mi? Hatta, bi bakışta çözmüş
olabilirsiniz.
Bu bir model ve her model gibi işe
yarayabilir. Yarayabileceği “iş” de hepimiz için önemli bir konu: özetle,
“dünya barışı.” “Abarttın Hakan” gibi sözleri lütfen bir süre askıya alın,
“dinleyin” aklınıza modeli geliştirecek fikirler gelirse, alternatif modeller
gelirse, lütfen aşağıda paylaşın.
Tarihe ilgimi fark etmem uzun zamanımı
aldı. 2016-1982 = 34 yıl. Bu yolu başka bir yazıda anlatacağım.
Bu yazının konusu: tarihin akışına
farklı bakış açısı.
Okuyup da, “bu bakışı açısı … ‘den beri zaten var, benzerleri var,
Hakan’cım” deyip, aşağıda linklerini paylaşırsanız, o da harika
olur. Bu fikirlerin benzerleri Yuval Noah Harari’nin yazılarında
var. Ben onun fikirlerinden esinlenmedim.
Yaklaşım, sevgili dostum, 30 küsur yıllık
turist rehberi Sinan Yalçın’ın 2019 yılında ortaokul sınıf arkadaşlarımızdan oluşan
bir grubu götürdüğü Aya Sofya gezisi sonrası “tetiklendi.”
Çok keyifli anlatısı sırasında not
aldım. Arkadaşlarım notları istediler. Ben de “tabi”
dedim. Ancak 3 ay sonra paylaşabildim. Notları yazıya
dökerken konu konuyu açtı. Kendimi “Antik Yunan”, “Antik Roma”,
“Antik Mısır” konularında araştırma yaparken buldum. (Aslında:
“Antik Hint” ve “Antik Çin” de vardı ama onları ileri tarihe sakladım.)
·
Yanlış anlaşılmasın: yapmış olduğum çok derin araştırmalar
değil. Öncelikle Wikipedia’da konuları Türkçe ve İngilizce okumak ve
bir çeşit kronoloji oluşturmak; yazılı ve sözlü en eski
metinleri merak etmek, ve tabi, ilk insanın hangi coğrafyada ortaya çıkmış
olduğu ve nasıl dünyaya yayılmış olduğu hakkında bazı tezleri
okumak.
· 2009-2010
yıllarında okumuş olduğum Buckminster Fuller’in beni çok etkilemiş
olan Operating Manual for Spaceship Earth (1969) kitabında ima
ettiği aklıma geldi: insanoğlunun tarihindeki en önemli “öğrenim
artışı/gelişimi” denizlere açılınca oluyor. Tam sözlerini
hatırlamıyorum. Merak eden, açar okur.
Aya Sofya notlarımı yazarken karşıma
çıkanlar ve günümüzde “son derece sıkışmış” olarak algıladığım insanlıkla birleşti.
29 Mayıs 2019 tarihinde paylaştığımı notlar aşağıdaki yaklaşımı içeriyordu.
Varsayımlar:
İlk insan ve dağılımı: Bilim
insanları insanoğlunun ilk Afrika’da “ortaya çıktığını” oradan dünyaya
yayıldığını varsayıyorlar.
"Su kitlelerinin" insanlığın
bilim/öğrenim birikintisinin gelişmesine katkısı: Fuller’in “denizlere
açılınca” şartını “nehir, göl, deniz, okyanuslara açılınca” olarak
genelledim.
Varsayımlar üzerine bir kurgu:
"İlk insan" Afrika’da
“doğdu” ve suya hep yakın oldu. Öncelikle içme
suyu ve hijyen ihtiyacına çözüm olduğu için, daha
sonraları tarım, hayvancılık, ulaşım ihtiyaçlarına çözüm bulduğu için
yaşamlarını su birikintilerinin yakınında kurguladılar.
Mevsimlere göre, yıllar içinde değişen
iklime göre, yağışlarla debisi artan-azalan, akış yatağı daralan-genişleyen, bu
yüzden çevresindeki tarım alanlarını sulayan, ortaya çıkaran, veya onları
kaplayarak “yok eden”… Nil nehri ile komşuluğu sayesinde insanoğlu: gözlem
yapmanın önemini, (kuraklığa karşı, su baskınına karşı) hazırlık
yapmanın faydasını, (nehir taşkınlarını kontrol etmeye
çalışırken) işbirliğinin değerini, (ortaya çıkan yeni alanları
paylaşırken) matematiğin önemini, üzerinde ulaşım araçları
yaparken daha dayanıklı tekne yapma becerilerini, doğanın
gücünü mesela rüzgarı - ulaşıma destek olması için - kullanabileceğini …
öğrendi.
Mükemmel ve tam bir liste değil
bu. Ulaşım sayesinde, giden - gelenler sayesinde farklı insanlarla
tanıştı. Birbirlerinin eksiklerini tamamladılar. Bu listeye:
değiş-tokuşun değerini öğrendiler, merak-arayış döngülerine alışmaları, sanat,
bilim, ve üretimin farklı halleri, dolayısıyla elbirliği ile inşa edilen
"artı yaşam kalitesi" algısı, artan ticaret sayesinde artan
zenginlik, zorluklar karşısında direnç, ve sağlık…diye devam etmek mümkün.
Kısaca su birikintisinin yanında yaşamak
insanoğlunu her anlamda “zenginleştirmiş.” “Bu zenginlik
kıskançlıklara sebep oldu, bu yüzden çatıştık” diyebilirsiniz. O da
doğru. Tabi o durum da bugün bu yazıya vesile oldu. Kıskançlık
olsun ki, çatışma olsun ki, sancı olsun ki, "en önemli fethin" öteki
yerine “kendimiz” olduğunu daha erken fark edelim. En öldürücü
silahı keşfettikten sonra kendimizi tanımamız çok geç olacak.
Kurgumuza dönersek:
Afrika’dan “dışarı doğru” insanoğlunun
dalga dalga yayıldığını hayal edin. Afrika’nın Akdeniz kıyısı
boyunca yayılmış, deniz aracı tasarlamayı öğrenmiş, daha iyisini
tasarlayanlarla tanışmış. Erişebileceği ilk “karşı kıyılara” gitmiş:
bugünkü: Lübnan, Anadolu, Mora, adalar, Kıbrıs, ve içine doğru
Avrupa. Daha sonra Asya, Asya üstünden kuzeye Amerika, güneye
Okyanusya; ve tabi, daha da ileride: kutuplar.
Hayal edelim: insanlık dalgası kıyıdan
içeriye doğru ilerliyor. Avrupa daha küçük bir coğrafya; insan
dalgası kara parçasının sınırlarına erişiyor, erişince, kendi üstüne
kırılıyor. Sıkışıyor.
Asya daha geniş bir coğrafya; insan
dalgasının Asya kara parçasının kara sınırına (deniz kıyısına) ulaşması, Avrupa’ya göre daha geç
oluyor; diğer coğrafyalarda daha da geç. Sıkışma gecikiyor.
Seyahatler, dalganın kendi üstüne
kırılması hem öğrenimi yükseltiyor, hem de çatışmaları. Çatışma
becerileri, silah yapma becerilerini tetikliyor, farklı
ortamlarda/coğrafyada/iklimde yaşayabilme becerileri artıyor; toplumların
egosunu “şişiriyor.” Bu ego, ezen ve ezilen diye sınıfların ortaya
çıkmasını sağlıyor. Adım, adım bu farklılıkların tortusu birikiyor.
Avrupa gibi göreceli küçük coğrafyada sıkışmış olan insanoğlu, becerileri özgüveni egosu geliştikçe sahip olma hırsıyla da tetiklenip, karadan denize geçip, okyanusları aşmayı öğreniyor: deniz yoluyla Amerika, Afrika’nın kalanı, Asya, Avustralya’nın keşfi fetih duyguları, kölelik, sömürü, artan birikim, ezen ezilen farkını genişletiyor.
Nil ve çevresinden başlayan insanlığın dünyayı "kaplaması" süreci bilinç artışına vesile oluyor. Ancak, kendini "tam göremeyen" insanın toplumla olan ilişkisi de "tam görememe" üzerine kurgulanıyor. Kendini, toplumu, ve ötekini de tam "göremiyor." Bu hali yaşatan ve kullananlar var. Hatta savım: iyi bilmediğimiz tarih, bizi köleleştirmek için kullanılıyor.
Eğer insanoğlunun “gelişimine”
yalnızca coğrafya ve göçler (insan hareketleri) üzerinden bakarsak, ve ırk,
inanç gibi kimlikleri tarihin akışının dışında bırakırsak, karşımıza
şöyle bir tablo çıkıyor:
1. Hepimiz “daha ileri bir
bilinç seviyesine doğru durmadan ilerleyen” insanoğlunun kendi çapındaki
etkenleriyiz.
2. Bazen
“üst”, bazen de “hor” görülen "öteki" aslında kimlikle ilişkili
olmayan coğrafyanın empoze ettiği durumlar: Batı (Avrupa)
sıkışmış olduğu coğrafyada, hatalarına rağmen, var olmaya
çalışırken - uzlaşmayı, egosunun kendisi için bir tehlike olduğunu, kimliği öne
çıkarmanın tutarsız olduğunu öğrendi. Batı'nın kendi sancılarından
ürettiği "Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi" algısal olarak insanlığın
hak ve özgürlükleri koruması açısından (daha ilerisi yazılıncaya kadar) en
ileri seviye dokümanı. Zaman zaman Doğu halkları Batı'yı öcüleştiren
şekilde görmüş, görüyor. Bu "öteki" üzerinden "böl-paylaş
döngüsünü" devam ettirmek isteyen siyasi iradenin işine yarıyor. Her
iki taraf için de.
3. Ne
“Batı” üstün, ne de “Doğu” altta. Evet fark var. Ama bu farklar
öncelikle coğrafyanın ve göçlerin empoze ettiği, binlerce yıl içinde oluşmuş
durumlar. Batı'nın insanoğlu için en değerli kısmı, çok hata yapıp, bazı
şeyleri "öğrenmiş" olması. Doğu da farklı hatalar yapmış.
En önemlisi kendini Batı'ya göre "alt" veya "üst"
görmesi.
4. Hepimizin
birbirine ihtiyacı olduğu bugünlerde, öncelikle coğrafya ve göçler üzerinden algılanan
bir tarih anlatısı, kimlik söylemleriyle toplumları kullaştırmaya
çalışan siyasetçilerin tutarlılık noktasına çekilmesini
sağlayabilir. Bu tip,
kimliklerden arınmış bir tarih algısı bugün ihtiyacımız olan söylemlerin ortaya
çıkmasını kolaylaştırabilir. Tüm
sıkışmışlığımıza karşın, barışı inşa edeceğini düşündüğüm gençliğin
"ötekileştirmeden arınmış bir dünyayı" hayal etmelerini kolaylaştırabilir.
Bu tarih akışı bir kurgu. Dünya barışı hedefli adım atmayı
kolaylaştırabilecek bir model. Kimliklerin
önemsiz olduğunu iddia etmiyor. Algı ve bilinç seviyelerimizin öncelikle coğrafya ve göçler üzerinden gelişmiş/farklılaşmış olduğunu
iddia ediyor. Kimseyi dışlamıyor.
Herkesi içeriyor. Yargılamıyor, hayıflanmıyor, mağdur
oluşturmuyor.
Hata ve eksikleri
olabilir. Daha iyisi olabilir. Lütfen
olsun. Ben okumalarımla, sorgulamalarımla her gün kurgunun
eksiklerini bulmaya, tamamlamaya çalışıyorum. Buldukça da bu konuda
yazacağım. Söz.
https://en.wikipedia.org/wiki/World-systems_theory
YanıtlaSilyukarıdaki yazıyı yazduktan sonra keşfettim; bu da farklı bir yaklaşım...
Silhttps://en.wikipedia.org/wiki/History_of_human_migration
YanıtlaSil