buraya-nasıl-geldik I ?
Aşağıdaki tablo “Komünizmin Kitabı Olarak Marx’ın Kapitali” online dersi sırasında aklıma geldi.
Hepimizin aklındaki can yakan soruya cevap arıyorum: her ülkenin kendi Trump'ının öne çıktığı "buraya nasıl geldik?" Bu soruyu kendimce cevaplamaya çalıştım.
Tabi ki, bu yaklaşımın eksiği ve hatası olabilir. Geri bildirimlerinizle,
sorgulamalarımla, geliştirmek üzere…
Online dersi organize eden Özgür Üniversite'ye, çok değerli öğretmenlerimiz Prof. E. Ahmet Tonak ve Dr. Ö. Sungur Savran’a beni tetikleyen deneyimler/içerikler için teşekkür ederim.
Aşağıdaki grafikte “başlangıçtan bugüne” insanlığın üretim, paylaşım, dayanışma tarihine bütünsel bir bakış açısıyla analiz etmeye çalıştım. Ana hipotezim: “buraya nasıl geldiğimizi anlarsak, daha iyi bir gelecekle ilgili çözümler üretebiliriz.”
Yorumlarım:
Sağa doğru bir sütun daha açıp, her dönemin en önemli kaynakları hangileriydi diye sorgulayıp, resmi “genişletmek”, tablo olgunlaştıkça tarih aralıkları eklemek mümkün.
Yakın gelecekte insanlığın karşılaşacağı kaynakları da hayal edersek: yapay zeka, gen mühendisliği, gelişmiş siber insan, füzyon enerjisi, vd. Bu kaynaklarla birlikte iklimsel çözüm baskısı ve işbirliği gereksiniminin artacağı bir dönemde üretim, paylaşım, dayanışma acaba nasıl değişecek? Bu konuda teklifim var ve önümüzdeki günlerde yazacağım bir yazıya saklıyorum.
Grafikte gözüken şu: kişi kendine ve topluma yabancılaştıkça şiddet daha normal bir hale geliyor. Veya, şiddet normalleştikçe, kişi kendine ve topluma yabancılaşıyor. Güven, süreç içinde kayboluyor.
Otoriter/despotik liderlerin oynadıkları oyunu, yabancılaşmayı, ve bilişsel çelişkiyi (ahenksizliği) önceki (OYUN, Bilişsel Ahenksizlik) yazılarımda kolay anlaşılır bir resim haline getirmeye çabalamıştım. Merak ederseniz, lütfen göz atın.
Kaynaklı tablo (son güncelleme: 23 Ocak 2021)
Hakan beynine sağlık..Konuya ilişkin 1. makaleden şunları anlayarak ayrılıyorum: paylaşmaktan ve dayanışmaktan "vazgeçtiğimiz" için bu hale geldik (Elbette toplumsal bir "vazgeçiş" söz konusu, üretim tarzı olarak "vazgeçiş") Vazgeçmeyi" geçici ve provokatif bir kavram olarak kullanıyorum burada. Biraz da senin "Oyun" makalende yer alan "tutku ve bilinç (özgürlük)" ikilindeki "bilincin perspektifine kasten yerleşerek seçtiğim provakatif bir kavram olarak dilime geldiği için. "Vazgeçiş" yerine "tutkuların / bilişsel çelişkinin/hatanın" "güçlenmesi" de diyebiliriz.(bilince galebe çalması olarak da anlıyorum "hata" kavramını da kullandığın için ). Başka bir ifade ile avcı ve dayanışmacı toplumun karşılaştığı sorunları çözmek için ( mesela av hayvanı kıtlığı) daha çok tutku içeren "çözümlere" yönelmesi olarak da ifade edebiliriz bunu. Burada "vazgeçiş" "hata" ile takım oluşturan görece "naif" ve "idealist" ( post materyalist değil pre-materyalist, -YGZ ve sinir bilim öncesi -bir bilinç kavramını içeren) bir kavram setine işaret ediyor gibi. Kıtlık karşısında ve insanlığın evrim sürecinin ilk basamaklarında "tutkunun" "bilince" göre daha işlevsel ( ve tabi şiddet içeren) daha "iş görür" bir özellik olduğunu; bilincin tutkuya tabi ve ikincil, - daha çok araçsal ya da "din dolayımlı" kullanımlarıyla boy gösteren, sporadik olarak onur ve özgürlük kavramlarıyla birlikte cisimleşen- -saflaşamayan -tutkudan tamamen- arınamayan bir insani boyut olduğunu varsaymamız gerekiyor sanki. Hata ve vazgeçiş kavramlarının açıklayıcı gücünden duyduğum kuşku ve buna eklediğim "kıtlık"(zorlu dış -toplum dışı zorlayıcı koşul) beni ister istemez Marx'da da bulunan Hegelci bir diyalektik uslamlamanın kıyısına sürüklüyor ( diyalektiğe biraz alerjim var da:-) ama lazım oluyor işte): İlkel komünal, yabancılaşmasız toplumun dış koşulların zorlamasıyla olumsuzlanması, artan yabancılaşma şiddet vs ile kıtlığın aşılması, "doğaya dış koşula hakimiyetin zaman içindeki gelişimi ile yeniden özgürlüğün -ama bu defa verili ve naif olmayan özgürlüğün mümkün olması. Tutkunun itici gücünün bizi bilinçli gelecek kurma ihtimalinin kıyısına getirmesi... ( Her ne kadar bu diyalektiğe ilişkin şüphelerim varsa da) Bu noktada senin önümüzdeki günlerde yazacağını vaat ettiğin teklife geliyoruz. Kıtlık nosyonu da zaten ister istemez yazında bahsettiğin, üçüncü sütuna "kaynaklara yönlendiriyor. Özgürlüğe ve bolluğa işaret edeceğine emin olduğum teklifinin hayata geçirilmesinin özgürlük için verilecek bireysel ve sosyal mücadeleye (yaratıcı üretim ve direniş) bağımlı olduğuna inanıyorum. Bu anlamda bu uzun yorumu bir iki soru işaretiyle bitirmek istiyorum: "Tutku neden çoğu kez "bilinçlilikten" daha güçlü olmuş ve onu terkisine almayı başarmıştır? Tutkusuz mücadele mümkün mü? "Özgürlük tutkusundan" bahsedebilir miyiz? "Aldatma" varsa aldatmadan yana olanlar, aldatılanlar, kendilerini aldanmaya bırakanlar, ondan kurtulamayanlar, aldanma içinde "iyi hissedenler" ve aldatmaya karşı olanlar da varsayılmak zorunda ( hepsi aynı bireyde /toplumda kümeleştiğinde bile ayrımsanabilir birer vektör olarak). Bu vektörler ve onların cisimleşmeleri arasındaki güç mücadelesinin içerdiği "şiddeti" ne yapacağız? "Güç" "şiddet" ve bunların kaynağı olan "insani kırılganlık" kavramlarının "ontolojik/ varoluşsal/ türe özgü" niteliklerini toptan yadsıyabilir ya da bu kavramların işaret ettiği gerçeği bir gün toptan ilga edebilir miyiz? Kendi evrimini ele alan ve bilinçle yöneten bir insan varsayımını nasıl değerlendirmeliyiz. (YGZ ve posthumanism, transhumanism vs konularına kadar giden sorular silsilesi)
YanıtlaSilHaberleşmek üzere...