Kayıtlar

Ekim, 2020 tarihine ait yayınlar gösteriliyor

to be or not to be

Ekonomist değilim.    Genel kullanıldığı hali ile  fiyat kavramının (ve piyasanın) içerdiği çelişkilerin altını çizmek için  yazdım. Bu yazının gelişimine katkı yapabilirseniz, çok sevinirim.   2018’de TEDxİzmit bünyesinde yapmış olduğum konuşmada alışılagelmiş şekliyle “fiyat” denilen kavramın “çevreye verilen zararı, her girdiyi kapsamadığını” ifade etmiştim.     Fiyat neleri kapsıyor :  insan kaynağı zamanını, gücünü, çeşitli sigorta ve yan faydasını, hazır halde kullanılan girdi malzemesini, çeşitli  varolanın  kirasını, enerjiyi,  fikri çözümleri,  paydaşlara hak görülen kârı, ve vergiyi.    varolanlar  kavramı :  sermaye, makineler, binalar, mobilyalar, ulaşım yolları, iletişim yolları, farklı araçlar,  kullan-harca-at  tipi kaynakları kapsıyor fikri çözümler:   pazarlama, reklam, her türlü iletişim çözümü, fikri mülkiyet, zamanlama, farklı yönetişim sistemleri kullan-harca-at:  hızlı tüketim malzemeleri, tek kullanımlık malzemeler   var oluşun çeşiti ri

kültür = yapmak

Resim
Kültür kelimesi Fransızca “cultiver” kelimesinden geliyor. “Yetiştirmek (mesela, bitki yetiştirmek)” demek, yani bir eylem. Toplumları kandıran, galeyana getirmeye çalışan siyasetçilerin bu kelimeye “yükledikleri anlam” ise neredeyse her zaman “olmak”. Mesela, Türk kültürü, Müslüman kültürü, Avrupa kültürü, Hristiyan kültürü, vs. Türk “olmak” kültür değil. Türk’ün yaptığı kültür. Kültür (eylem) = konuşulan dil, pişirilen yemek, çalınan çalgı, dansın edilişi, sanatın icraatı, vs. Siyasetçiler ise kültür kelimesini çoğunlukla “olmak”, dolayısıyla “statik/değişmez/doğuştan gelen bir durum” olarak kullanıyorlar. Bu anlamda “olduğumuz durum" çoğunlukla rastlantı. Yaptıklarımız ise iradenin sonucu. Uyanmamız gereken rüya: kültür asla "olmak" değil. Kültürü "olmak" anlamı ile kullanan herkes toplumu köleleştiriyor. Bilerek veya bilmeyerek. Ve rastlantı sonucu olunan durumdan dolayı farklı olandan nefret etmeyi öğreniyoruz. Ailemizin söyl

şiddeti tanımak, tanımlamak

Resim
Sanki toplum "şiddetin" tanımında hemfikir değil… TDK'ya göre: 1. Bir hareketin, bir gücün derecesi, yeğinlik, sertlik. 2. Hız. 3. Bir hareketten doğan güç: rüzgârın şiddeti. 4. Karşıt görüşte olanlara kaba kuvvet kullanma. 5. (mecaz) Kaba güç. 6. (mecaz) Duygu veya davranışta aşırılık. Ama bana sorarsanız: ·          diğerine, kendime davranılmasını istediğim gibi davranmıyorsam = şiddet; ·          ırk, cinsiyet, inanç, renk, cinsel tercih gibi çoğunlukla raslantı olan kavramlar üzerinden insanlara ayrımcılık yapıyorsam = şiddet; ·          şiddeti olağanlaştırırken “ama” veya “fakat” kelimelerinin arkasına sığınıyorsam = şiddet; ·          aşağılıyorsam = şiddet; ·          değersizleştiriyorsam = şiddet; ·          kötülüyorsam = şiddet; ·          diğerini, evrensel değerler yerine yerel geleneklere göre değerlendiriyorsam = şiddet; ·          maske takıp, gerçeği kendimden bile gizliyorsam = şiddet; ·          kendimi dahil, aldatıyorsam = şiddet; ·          hamaset

kölelik mi, özgürlük mü?

  diyelim ki, kendinizi "Atatürkçü" olarak tanımladınız...sonra toplumun bir kesimine şiddet uyguladınız (ayrımcılık yaptınız);   diyelim ki, kendinizi "dindar" olarak tanımladınız...sonra toplumun bir kesimine şiddet uyguladınız (ayrımcılık yaptınız);     iki yaklaşım da aynı kapıya çıkıyor; kendinize yapılmasını istemediğinizi başkasına yapmayı uygun gördünüz; tutarsızsınız;   demek ki, o sıfatları siz sadece birilerini tarafınıza çekmek için, "kandırmak" için kullanıyorsunuz;   demek ki samimi değilsiniz;     demek ki asıl sorun: Atatürkçülüğü, inancı, milliyetçiliği, veya herhangi bir kavramı toplumu kandırmak için/köleleştirmek için kullanıyor olmak, yani, kavramları araçsallaştırmak ... hangi ülkede olursa, olsun bu anlatılan kurguyu kullananlar toplumların "köleleşmesini" istiyorlar;   asla, özgürleşmesini istemiyorlar;   ezilenlerin, toplumun talep etmesi gereken şey, her şeyden önce: özgürlük; - ifade özgürlüğ