ortak-en-derin-sorunumuz---siddet

 İnsanlığın/ülkemizin/bireysel olarak hepimizin ortak ve en derin sorunu: şiddet

hayal etsek:

bugün tüm partiler "şiddeti red ediyoruz" deseler;

bir araya gelip, birlikte hareket etseler.

 

anayasanın ilk maddeleri arasında “şiddet içermeyen toplum ve süreçler tasarlanır” olsa… 

 

tanımsal olarak:

kimliğin her türlüsünü "empoze etmek" veya "yok saymak" şiddet; yalan söylemek, kandırmak, adaletsiz davranmak, gasp etmek, zorlamanın her türlüsü = şiddet.

 

düşünün:

Türklüğü/Kürtlüğü/… empoze etmek = şiddet

Süniliği ... empoze etmek = şiddet

Kürtlüğü/Aleviliği/...vs yok saymak ... = şiddet

Ve benzerlerinin şiddet olarak görüldüğü bir ortam ... çok daha sağlıklı olmaz mı?

 

Bu noktadan itibaren toplumun siyasetçileri "değerlendirmesi" ve aralarında seçim yapması daha kolay olmaz mı?  Bunu yapılmasını talep etmeyen siyasetçi ve elit, aslında tüm toplumu ve gelecek nesilleri kandırmıyor mu?

 

Bunları dile getirdiğimde: hak savunuculuğu, adalet-eşitlik arayışının şiddeti odak noktasına koymaktan daha önemli olduğu dile getirildi.

 

Amacım: başkaldırı hakkını ezilenin elinden almak değil;

amacım: farklı bahanelerle şiddet uygulayanların maskesini çıkarmak.

 

Ayrıca, şiddetsizliği savunmak, hak savunuculuğuna karşı olmak asla değil.

 

·         "Hak savuncusuyum, çünkü hakların verilmemesi/tanınmaması şiddettir."

·         "Adaletli/eşitlikçi düzeni savunuyorum/adalet/eşitlik arıyorum, çünkü adaletsizlik/eşitsizlik şiddettir."

Cümleleri tutarlı değiller mi?

 

Tarih araştırmalarını okuyunca, her boyutuyla anlamaya çalışınca: geçmişin içerdiği şiddetle yüzleşmeyen toplumların, geçmiş şiddeti gizlemeyi/saklamayı/hasır altına atmayı "beceren" kişiler/anlayışlar tarafından yönetilmiş olduklarını fark ediyorum.

 

1-2 sene önce yaşadığım bir tecrübede (toplantıda):

siyasi iradeyi yansıtan kişiler “LGBT kırmızı çizgimizdir" dediler.

 

Bu sorunsalı hak üzerinden savunmak yerine

"yok saymak = şiddettir"

sizin öne çıkararak oy dilendiğiniz “mağduriyetiniz” de bir çeşit "yok sayma" değil miydi?

diye sorgulasak, daha "tutarlı" olmaz mı?

 

her geçen gün toplumun genişleyen kesimleri hangi eylemlerin şiddet olduğu konusunda hemfikir olsa (eğitim, videolar, reklamlar, sosyal medya, vs.) taraftarı zamanla artan bu algının kaldıraç gücü (tutarlılık üstünden) daha yüksek olmaz mı?

 

diğer örnekler:

gelir adaletsizliği (sınıflar arası) şiddetin ekonomide vücut bulmuş hali değil mi?

 

en derin sorunumuzu şiddet olarak tanımlamamak şiddeti azaltır mı?

 

dünya tarihinde ezenlerin şiddeti ve ezilenlerin başkaldırısı yüzlerce yıldır var;  insanlık olarak sorunumuzu şiddet olarak tanımlayıp, eğitim, medya, siyasette birey ve kurumların kendilerine, ötekine, çevreye verdiği şiddet hakkında farkındalık yaratıp, şiddet konusunda bilinçlendirebilirsek, tarihi uygulanmış olan şiddet üzerinden okusak, bu konuda bağımsız şiddet ölçer kurumlar oluştursak ve bu kurumlar düzenli olarak eğitim, medya, siyaset, ev ve iş yaşamı konusunda raporlama yapsa, şiddet azalmaz mı?

 

umursamazlık bir çeşit şiddet değil mi?

 

şiddetin azalmayıp, arttığı, en önemli sorun olarak görülmediği bir dünyada hak, adalet arayışları daha zor olmaz mı?

 

Ortak ve en derin sorunumuzu şiddet olarak görmüyor olmamız şiddeti olağanlaştırmak isteyen ezenlerin kurgusu/tercihi olamaz mı?   Ezenler şiddeti yaşamıyorlar, şikayet etmiyorlar, “sesleri kısılmış” ezilenler de ortak sorunun ne olduğu konusunda anlaşamayıp, örgütlenemiyor. 

 

Şiddeti kutsamamıza vesile olan süreçler: tarih anlatımız, ritüellerimiz, küfürlü, kavgalı spor müsabakaları, “insan doğuştan kötüdür, herkes bize düşman” algıları değil mi?

 

Kimimizin ima ettiği “ancak sınıfsız topluma erişince şiddet duracaktır” söylemi ezenlerin taaa o güne kadar şiddet uygulayabilme ehliyeti haline dönüşmez mi?

 

Gerçek özgürlük, barış, var oluş şiddeti tamamen boşamak (önce yüzleşmek ve yüzleşemediğimizle yüzleşmek) olmaz mı?  Bu bağlamda, şiddeti dışlamamak köleliği kabul etmek değil mi?

 

Mağdur hissederek siyasi güç kazanan bir çok grup, sonrasında mağdur etmiş durumda.   Hatta, Hitler de Alman toplumunu dışarıdakilerin kendilerini mağdur ettiğini söyleyerek şiddete daha kolay sürüklemedi mi? 

 

Şiddetsizliğe doğru çizilen yolda hedef olarak kullandığımız kelime (şiddetsizlik) bile “şiddet” kelimesini içeriyor.  Henüz yerine kullanabileceğimiz etkili bir kelime yok.  “Barış” desek bile sanki tam olmuyor.  Barış kavramını bir süreç olarak değil, çatışma/şiddet sonrası erişilen bir  sonuç olarak algılıyoruz.  Çoğumuz. 


Sıkışmış süreçlerimizde bu fikirleri geliştirmenin faydası olacağına inanarak paylaşıyorum.  


Şiddet hakkında daha önceki bir yazıyı da okumak isteyebilirsiniz: http://nasilbirgelecekmi.blogspot.com/2020/10/siddeti-tanmak-tanmlamak.html

Yorumlar

  1. Harikulade Hakancığım, aklına yüreğine kalemine sağlık. Her sefer yazdıklarını okuduktan sonra arınmış ve aydınlanmış hissediyorum. Her ne kadar tablo hala karanlıksa da, bana huzur veriyor düşüncelerin: huzur ve umut. Şiddetin karşıtı olarak ne denmeli diye bir soru atmışsın ortaya, düşündüm çok doğru bir soru. Belki şefkat ya da merhametli olmak? Şefkat, her ne kadar feminen ya da daha anaç bir kavram gibi gelse de kulağa, sanki hayata ve kendinden başkasına iyi hislerle yaklaşım demek gibi geliyor bana. Merhamet de.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Esin'cim, hangi kelimeyi kullanmayı seçersek, seçelim, o kelimeyle ilgili çok "niyetli" bir iletişim çalışması yapmak gerekiyor. Toplum olarak "şefkat" kelimesini duyduğumuz zaman "şiddetin ters yönü" olarak algılamıyoruz....henüz. "Merhamet" biraz daha sorunlu bir kelime. İçinde hiyerarşi barındırıyor, "tolerans" kelimesi gibi. Alt-üst-lütuf içeriyor.

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

buraya-nasıl-geldik-II

bir-model-kurgusu

geceyarısına 2 dk kala tedxizmit konuşmasının metni