kim-kazanirsa-kazansin


Tarih “kazanan” tarafından yazılıyor. 

Çatışmanın ertesi günü bariz olan “kazanan” sonraki yıllarda bedel ödeyebiliyor. 

Kazanan olduğuna saplanıp, kaybetmiş olduğunu fark etmemek mümkün: mesela, insanlık onurunu, mesela, toplumsal barışı, mesela, şiddetsiz bir yaşam iradesini; kısaca: yolunu.

Her ülke kendi sınırları içinde işlenmiş olan insanlığa karşı suçların cezasını bir şekilde ödüyor.  Fark etmese bile. 

Diyelim ki oldu.  Ve bu suçu işleyen siyasi irade ve mirasçıları suçu sakladılar.
Kanıtları gizlediler. 
Diğerini suçladılar. 
“Ama …”diye başlayan yüzlerce cümle kurdular. 
Bu yola çıkan irade durmuyor, duramıyor. 
Suçluluk duygusu “hop” diye ortaya çıkıveriyor. 
Bazen aynaya bakarken, bazen çocuklarına, eşine, en sevdiğine…soluk verirken.

Kazanan hani tarihi kendine göre yazıyor ya: hop, resmi görüş doğuyor.

Kendine göre aktarılmasını istiyor ya, hop, resmi öğretmen içeriği.

Kendine göre aktarmayanlara “hain” damgasını vuruyor ya, hani toplum nezdinde küçük düşürme silahı da var…hop: resmi hain, resmi yurtsever, resmi kamplaşma.

Eee, tabi “kim hain” bilecek ya: hop, resmi ispiyoncu; resmi trol tehditleri;
her şey ifade edilemeyecek ya: hop, resmi otosansür, resmi güvensizlik, resmi paranoya, resmi şizofreni….

Bu olgular toplumun diline, ritüellerine, önyargılarına, ilişkilerine yansıdı mı? 
"Bitaraf olmayan bertaraf olur" dendi mi?  Hop, bölünmenin resmi derinliği. 

Bazı şeylerin sorgulanıp, bazı şeylerin sorgulanamadığı bir toplumda
  • girişimcilik,
  • akademik başarı,
  • bilim üretimi,
  • dolayısıyla katma değer üretimi azalıyor,
  • adalet azalıyor,
  • gelir dağılımı bozuluyor,
  • akıllı insanlar göçüyor. 

Hop, resmi fakirleşme.

          Siyasi irade ancak ve ancak resmi görüşü yansıtan kişilerden seçiliyor. 
          Gizleyen irade farklı görüşleri baskılıyor. 
          En içeriden en dışarıya doğru dalga dalga bir şiddet dalgası yayılıyor. 
          Derin bir özgüven sorunu, paranoya, şizofreni toplumu yarıyor: bu söylemleri yaşatan egosu muhteşemler ve bu söylemleri sorgularken korkusu depreşenler.
Hop, resmi batış.

Çatışma kazanılsa bile, şiddetin yaşatılmış olması/gizlenmesi toprağı kirli bir su ile sulamak gibi, şiddetin tohum, fidan, ağaç, ve meyvelerini besliyor. 

Yiyoruz. 
Doyduğumuzu zannediyoruz ama …
iş işten geçmiş oluyor:
nerede insanlık onuru, nerede toplumsal barış, nerede şiddetsiz yaşam iradesi?

Açız. 
Açlıktan “ölmek” üzereyiz. 
Açlığımız, susuzluğumuz: insanlık-barış.

Ee n’apsın, doğa da taklit ediyor bizi. 
O da nehirlerini, göllerini, denizlerini, yeraltı sularını zehirliyor….. 
Yoksa doğa aynamız olup, bir şey bir öğretmeye çalışıyor? 
Hop, 6ncı yok oluş.  Gayet resmi!

“Her ülke kendi sınırları içinde işlenmiş olan insanlığa karşı suçların cezasını bir şekilde ödüyor.  Fark etmese bile.” demiştim. 
Ama belki de, sonunda kaybeden herkes oluyor. 
Kim kazanırsa, kazansın.  Şiddet = yok oluş.

Farkında mısınız, size yazdım bunu.  Çocuklarınızın yaşamı onurlu olsun diye.


(Bu yazıyı yazarken aklımda en az 3 ülke var. 
Tarihçilere sorsam belki bu yaklaşımı yansıtan en az 100 ülke sayarlar. 

Merak ediyorum şiddeti en önemli (yerel ve insanlık) sorunumuz olarak gören kaç kişi var?)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

buraya-nasıl-geldik-II

bir-model-kurgusu

geceyarısına 2 dk kala tedxizmit konuşmasının metni